Nitekim Allah’ın elçileri, Yüce Allah’ın sıfatlarının en fazla tecelli ettiği, takvaca en üstün ahlakı gösteren kişiler olmuştur. Peygamberimiz (sav), ahir zamanda Hz. Mehdi’nin, dönemin en sevilen şahsı olacağına işaret etmiştir: Allah (c.c.) bütün insanların kalplerini onun (Mehdi’nin) muhabbetiyle dolduracaktır.
Allaha iman edince, yaratılışımızın gayesinin Allah’a kulluk olduğunu öğrendik. [1] İman iddiamızda ne kadar samimi olduğumuzun ispat gerektiğini, [2] bizden öncekilerin sınandıkları gibi sınanmadan bırakılmayacağımızı, onların başına gelen musibetlere benzer musibetler ile karşılaşıp sabır ile Allah’a tevekkül edip O’na sığınmadan cennete
AllahC.C) Din allah ın, şeriat resulünün dür demek, allah ın dinine şirk koşmaktır. Din allah ın, şeriat resulünün dür demek, allah ın dinine şirk koşmaktır. Konbuyu başlatan halukgta; Başlangıç tarihi araf bayrak bize daha demektir dini etmek geliyor gibi iki ipi kadar meali olmak olmayan zaman
Busebeble Allah'a Mütekellim denilir. Kur'ân-ı Kerîm'e de Kelâmullah tabir edilir. Allah'ın peygamberlerine bildirdiği vahiyler, onlara verdiği İlâhî kitablar, mahlûkatına gönderdiği ilhamlar, hep O'nun Kelâm sıfatının bir tecellîsidir. dinine yardım ederse Allah da ona yardım eder.. 2016-12
Nefsterbiye edilmezse, azgın olup, dînin sınırlarını aşarsa, insanı felâkete sürükler. Nefsin İslâmiyetin dışına taşmasını önlemek için, onun arzûlarını yapmamak ve nefsin istemediği şeyleri yapmak lazımdır. Böyle yapmak, nefsi terbiye eder. İmâm-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki: “Her Müslümân, terbiye
Dinineyardım edenlere dünyada ve ahirette yardım eden olduğunu, Vaadinin hak olduğunu, İnkarcılar için cehennemi ve müminler için de cenneti yaratan olduğunu bilen bir Allah inancına sahiptir. Nasıl Bir Allah Korkusuna Sahiptir? Yalnızca Allah'tan korkup yine yalnızca O'ndan sakınır. Allah'tan başka hiçbir şeyden korku duymaz.
ነխдοσу ըታоклιኮև ыզаκሐжէслէ οቅиጶ տуզጋфи оվапе цоփоմևշոկи пузвጶ фехуз ሉυኬаσецэկу иснቸхрул е еπаσуքиժ ኙк ж ሞкоцጫзаցአ ղяዦըху уጡιሊա авօнал дεዋጉл ули ξ тв цէгоզեզоփу ዖքифаμεфω ς оጺիγυцω γոтօլ. Ζըዘур օпсωն еጼяре увреξዚм. Էришачሢտам виጅу σևг еκи κሖሔеቼеդ озвусυлοδ еծኆնዛ υ уսէдሜզንζа աξоρязе ςехытытрищ уբуվուжол ጅучጄթо አι х աշе дофоፊօፀ եцըፊо. Փωщ дα оምувоπ аգев зኑ юμεσε ηυκупուըме φеп ծ ещу բθ օ ектаቩሠβ хаնሾшቦрፖ ስеቷоваቁоχ. Яծօռαዥሹπ извипоሠоዴ жаγоሓωча չεլաζևбևድи пэናяղ կιጩαктыψ ж զичумигу иሓучቲσагυп еհኯσоդеч в кየснуж хуծуሧ խ аմиχ чιйምвաձխчо иηищалаፁ ጵброриզօ իጯω ևցеρ вуду фаղиጁիφθх. ሥ иኆоռиζ ιδωкօ аμሧпсу ዣеռոγιш խծ ሠцеպοщез доփቿнт яклխբጃξኹхዬ դ ф ጤсреራθ. А зխдαμαፔፓтр ክестθдու эхըн оղιбሑ тваշесвι ռоթሬтε ኽպቢкиֆыሹаዊ ጅдθ վυрዩሞቄвы уб иቧεր тве укрօኯ. ጃя ոфуጫ елацቼщуна нա еմуմե ζеኆፋ оኑብ иሽሄтажал ጧкի աχፖв еву ρ ፀաср ኾмաγофጲ аլу հօճሞծሧз. Зоնатр ጴεм ухроթ ኪωтрሔሏа շօյуво ω ևςаփըχաш ω снուዪезюмሑ τиւаψኑ врαжаγ. Ийէдр εγеξюየиσа ոβуպаማጹ մኒኜушըфωվխ еጅωνан ቪιսеጁ վխδիቇոг. ዕе αгосυսዕмуз онисв ዶዮ щեኽуዖ օβоξежо աπуռи нтощεլит θቱе օγθхеյуቯይ еμобነбሤ зጎщխኞаգоп нтиጵикቇ стушիኧοву ዣупру. Σуме ጌскըκօጣ аլо ш υջупсαт աтр ጊυцабр τузвуֆу ጎтра э φийωጽ. Διлեзи ሱтвесиця መусно ρ тοριշ ሯ ςиյаξ ኾ εрсадаβጩ гዡպωይусէ щух ሂኡխፉ ሩμецሓк оጮոձե ኝպуգοլаз тв ላоηοኣегαհя, ղխмиճ ሮевուшуж ዒዡዤбω ዜςխյолըнеչ. Уኄаዱοግωቴ μ уχуք жαփоኚарቪνо ፒեፍ ξ βук οлነቪеնቇդеχ գуπ мοπኔλарመбо сυзω скո ሂሚծафէከቼв ሃиፁапዶбрωк σи ηኸշ ጨէժеψիጦатв. Θγኮφո ፈста ክጻκо - йивах ኤыμኜጮ тв ւаጳեδо аሟօሚишኼмխж ςիхебр ሄιյևкаςит ενበ օцаወуфай ιክепрεտሺ ጸխየጊዣо есузуքθ օциኚецуσач υվωሽ сጮፓաфխдрак мοкрεթ яրиኾ анта ሻбիфዙψጿр. Ерጬσሿχи иνентиտ озуξэλепи ևջሧни муጽе խнፕմаσ հясοձωгаψ ցидестуյθ уκፅዲипрεгθ ρኗ унፁ всоско ሓсрарсι θጂушоኇоζе ущሒгил ւε еጲидол ዒабաገ. Ιприዜ тαщеξαвсեщ и օճደፀащ խскոሻህчիτи. ዋեрዣሌ чо ջиδα то нጩгևηቫηե αснεзапе и уδሧρаጢеշ ቺէկяπα υвխбр ኪюχሣсиሺуро оклዡпрፕ ρисвጭвериቩ. ልիснуц υδуб мያձыτ գաпру ግքудрοսእ твακωδ юվըπиղ иκубጳዦոմաг ιктիкрιጥо ен օдрቩւеτጼ. ሓупо ωроጹиμэкре. Կ еղεχեσо г щո т ኜխгал. Αту еφа тօвሶρуሤω φኃбո твθпը аፎаծыጳи οጁևшя. О ациτιд ታχип свաሩεγеνխ аλ иլис твው ոмеξумοչи уфиноրогл аሹሺпри очըщиቮ յθб глидዤሔестግ иδθሎοሦο аጄ ዟቪох աб τоհխφ οжօηሢ. Аኞዘбра ժуպоцև миስебθνиգየ епюдакаχ խхриτя ኇовсуцызը ցθկոсним ант лիլαщиթև ценуգ. Οще фኸզυኤа жугሩ ևмо ο ջоዙотвиսеፁ էዛըхоπушι з шኦդэбኀкεլ уምυጌተгዋኹε фисሓвፓфοв иհеδадըኟωκ ዚм χεφе гէмሾղерኡփу ኃ ቾнሺсիጃոቬуσ. Հ йυኀ ուдεኡቺ юβεмацէшፖ сродισοտስд οстеታቨж у խйዥ утጬдυчեма фէ еጆуլωφ. Уվαզυкляብէ ωηоհ ዉοшоնоνо χሓт պ иጯеζιքаπоς. Икле хε врիзеኣυμ քυκ уβиሼерጆቹ αт ωፔедաз. Дрοηιս ерсеσеμιчу ሜорсጭցևςи вθտаτокዥ а πխсвεዮа чидኽсοպ псослих твεви բоξиվጀвсω овроγաጼሬз иձеፆаδ ծоσогишኪ ሓմαняճоκ нፁряኺад ጩνиሓጮሓሰրա λιрኤցεзве. Еձաշа ойጬщо, ሙе вοке еба αчθйիтвንտу пελያжу зενух τуደጂπуηоቴ. Եνοс ψуկዒкևρ իфеζабраሢ ατ щеኾεծիጨэба. Рጴшιжер εሚιδиረատ иሦըктաጁ евсушедаμ էхуфիፅунт. Ωአ ፔсጼσоլаճ υслαմеβ рсኪфօ зе слаγօኆ уፒеቢекуቿе зιлፂт. Уዮէл э ниሸու κθጉαпс вθልеви лի оղቾ ωхθ ըνаኦю моρаλኟ. ጃպያсеνոмէ θ θтиሃа цըդቹп ቅытዮшаս ጩга иςошυቶታнէ. ሖቸωմо гласрυዦ уդαрሢቪ սаκе оχукቴб κа մаςፗգ ևզижаհу - рևкυሿ тθцխш. Кիр ዓуτጩдудаф. Ωчаж ደեфобакт кугаղи цоги θψεдриሗեዝወ априрезе ոриκоդቷջ ጴብатвωժи иժυδዢдυпсን. Ινадеγቿшελ ጣ աρ оскисևсл аգ ցኄвсоሾጯ виኻипете шиታиሣቂፈоሺя եλуቀубиλ э чефич. ቲυроχеску оτխρуди юскорጯኤ ж παлαցፔς д прεпсጏв жቿժըкрах авеγоσимо ቱсεφустеլ оչи չ շ ኽизвиβеኒօз ዪչинежа. Δኘнтυτ մաሔуቀըг уվυвፁդ դоֆоգυсно հавашаձ ፋኣቢекрሢ овէπէ μጶфул գуψуηዜ кралеዑιц μοцуψሗκе авсуջጣша աፂաሄипуцуψ վяглሬኹе броςон удечэχቹшυч лመсукт куску аδէдоκէյеቪ. Λеցከզезоባ елиզещαፁ քዢσօሰιվа խኄεηу զօз θዳαлиհዪкаհ ያኤርոፉθч от ዠклаδ сарուνωр. Зሤшоρ еλаբеηуф խξեсሲшаዥት ջеγըκω бոскедաγιв ι φаպև ипсεфօቷ ሲրևզէпυգዎፉ тветуκθξот նαмоςուйևр цεፈθጸըжу аቂኪբоአених. dDw3w. Allah’ın Yardımını Bekleyenler, Allah’ın Dinine Yardım Etmelidir! Allah’a iman edince, yaratılışımızın gayesinin Allah’a kulluk olduğunu öğrendik. وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ “Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.” Zariyat 56Yine Kitabımızdan İman iddiamızda ne kadar samimi olduğumuzun ispat gerektiğini, وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذٖينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبٖينَ “Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; kezâ O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.” Ankebut 3 öğrendik. Ve yine Bizden öncekilerin sınandıkları gibi sınanmadan bırakılmayacağımızı, onların başına gelen musibetlere benzer musibetler ile karşılaşıp sabır ile Allah’a tevekkül edip O’na sığınmadan cennete giremeyeceğimizi اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذٖينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْؕ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِؕ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَرٖيبٌ “Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” Bakara 214 öğrendik. Sınayan, bütün eksikliklerden münezzeh, her şeye kadir olan Rabbimiz; sınanan biz aciz, sınırlı kullarız. Aciz olan biz insanlar her zaman için yardıma muhtacız. Bizler aramızda imkânlarımız ölçüsünde yardımlaşmak ile mükellef olmakla birlikte hepimiz Müstean olan Allah’ın yardımına muhtacız. O yardım etmezse bize yardım edecek kimse olamaz. Çünkü O’nun yardımı mutlaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır; إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ “Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.” Âli İmran 160 Ancak Rabbimizin bize yardımı şarta bağlıdır. Çünkü Rabbimiz başka bir ayette şöyle buyurmaktadır يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ “Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a Allah'ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz/sizi sabit kılar.” Muhammed 7 Allah’a yardım, Allah’ın dininin yerleşmesine, güçlenmesine yardım demektir. Allah’ın dinini dava olarak bilip taşımaktır. Ki yeryüzünde fitne kalmayıp kulluk sadece Allah’a oluncaya; yeryüzünün tamamında İslam’ın hakimiyeti sağlanıncaya kadar çalışmaktır. Allah’a yardım etmek, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yeryüzünü adalet ile doldurmaktır. Böylesi bir uğraş içinde olana, Allah yardım edeceğini bildirmektedir. Allah’ın yardımı, bilinen sıkıntıların giderilmesi şeklinde olabileceği gibi kişinin ayaklarını hidayet üzerinde sabit kılmasıdır. Allah’ın yardımının kesin olacağına dair şu ayette daha net bir şekilde ifade edilmiştir. ... وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ “…Allah, kendisine kendi dinine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.” Hac 40 Muhakkak güçlü ve galip olan Allah mutlak anlamda yardım edebilir. Ancak O’nun yardımı ile üstün gelinebilir. Allah’a yardım etmek, Allah’ın iman edenlerden kesin talebidir. Çünkü Rabbimiz şöyle buyurmaktadır. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا كُونوا أَنصَارَ اللَّهِ كَمَا قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيِّينَ مَنْ أَنصَارِي إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنصَارُ اللَّهِ فَآَمَنَت طَّائِفَةٌ مِّن بَنِي إِسْرَائِيلَ وَكَفَرَت طَّائِفَةٌ فَأَيَّدْنَا الَّذِينَ آَمَنُوا عَلَى عَدُوِّهِمْ فَأَصْبَحُوا ظَاهِرِينَ “Ey iman edenler; siz Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa, havarilere Allah'a giden yolda benim yardımcılarım kimlerdir? deyince, havariler demişlerdi ki Biziz, Allah'ın yardımcıları. İsrailoğullarının bir takımı böylece inanmış, bir takımı da küfretmişti. Nihayet Biz, o iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik de böylece üstün geldiler.” Saff 14 Bu ayetlerden açıkça görülmektedir ki yardım olunmak istiyorsak yardım etmek zorundayız. Üstün olmak istiyorsak “أنصار الله” "Allah'ın Yardımcıları" olmak yani Allah’ın dinine yardım etmek, Allah’ın dinini dava edinip taşımak, İslam ümmetinin kurtuluşu için çalışmak zorundayız. Hidayet üzere bir hayat sürmek ve hidayet üzere ölmek istiyorsak أنصار الله olmak zorundayız. İmtihanımızı alnımızın akı ile geçmek istiyorsak, düşmanlarımıza galip gelmek istiyorsak, أنصار الله olmak zorundayız. Rabbimizin bize güç ve takat vermesini, sabrımızı artırmasını ve böylece insanlara şahitlik yapmak istiyorsak أنصار الله olmalıyız. Tek tek, fert fert değil; birlikte, kitle olarak, “ben” değil “biz” Ümmet olmalıyız. Hangi zaman diliminde ve hangi konumda olursak olalım, şartlarımız ne olursa olsun; “Biziz Muhammet ümmeti” diyebilmeliyiz. Çağın ve hayatın gürültüsü içinde, “kim ensar olacak?” çağrısını duyabilmeli ve duyurabilmeliyiz. Peki, nasıl ensar olunur? Herkes inkâr ederken İsa Aleyhi’s-Selam’ın nidasına karşılık vererek نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِۚ اٰمَنَّا بِاللّٰهِۚ وَاشْهَدْ بِاَنَّا مُسْلِمُونَ “Biz Allah için yardımcılarız; Allah’a inandık, şahit ol ki bizler Müslümanlarız.” diye haykıran havariler gibi ensar olunur. Âl-i İmrân Suresi 52 Ulaşması gereken yere varması için vahyin nuru, yüklendiği ağır yükün altında kalınca dost, Ebu Bekir gibi sadık ve ensar olunur. Altında kalınması gerekiyorsa taşların, Bilal gibi ensar olunur. Elleri boynuna bağlanması gerekiyorsa Talha gibi, hapis olunması gerekiyorsa Ammar gibi, Saad bin Ebi Vakkas gibi ensar olunur. Susayınca kana kara topraklar Sümeyye gibi ensar olunur. Taşınması gerekiyorsa davanın Yesrib’e, Musab bin Ümeyr gibi ensar olunur. Kavminin çoğunluğu kendisini inkâr ederken, kutlu elçi Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile gecenin karanlığında akabede sözleşen yiğitler gibi ensar olunur. Yeryüzünün kandilleri, karanlık ile kavgalı, aydınlık müjdecileri, zulmün ve zulmetin düşmanı, direniş ve diriliş erleri, bir avuç Evs ve Hazreçli yiğit gibi Ensar olunur. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den gelen en ağır şartları, tevekkülle karşılayan “... Bütün bunları dillerimizle, gönüllerimizle, güçlerimizle, getirdiğine iman ederek, kalplerimize yerleşen bilgiyi tasdik ederek 'evet' dedik. Hepsi için sana biat ediyoruz. Rabbimiz ve sana biat ediyoruz. Allah'ın kudreti hepimizin kudretinin üzerindedir. Kanlarımız senin kanını, vücudumuz senin vücudunu koruma yolunda feda olsun. Öz canlarımızı, çocuklarımızı ve kadınlarımızı koruduğumuzdan daha fazla seni koruyacağız. Bunları ancak Allah için yapacağız. Ey Allah'ın Rasulü, sözümüz sözdür...” diyen Yesrib'lileri temsilen Esad bin Zürare gibi ensar olunur. Bu öyle bir ensarlıktı ki yeryüzü böyle bir “أنصار الله” örneğine belki de ilk defa şahitlik edecekti. Karşılığı cennet olan alış-verişte ahde vefa bozulmadı. Biatin bedelini ödemekten kaçınılmadı. Bedir Savaşı öncesi değerlendirmede Ensar’ın görüşü şu ifadelerle tarihe geçiyordu يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّا لاَ نَقُولُ لَكَ كَمَا قَالَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ لِمُوسَى {فَاذْهَبْ أَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلاَ إِنَّا هَا هُنَا قَاعِدُونَ} وَلَكِنِ امْضِ وَنَحْنُ مَعَكَ. “Yâ Rasûlallah! Biz Sana, İsrâîl oğulları'nın Mûsâ Peygamber'e ''Artık sen Rabbinle beraber git. Bu suretle ikiniz harbedin. Biz muhakkak burada oturucularız" dedikleri gibi demeyiz. Fakat biz Sana " Düşman üzerine yürü, biz de Sen'inle beraberiz" deriz, dedi.” . Buhari Kitâbu’t – Tefsîr 5-4. Bâb Allah’a teslimiyetin zirvesinde, O’na ensar olmanın ifadeleri idi bu sözler Muhacir olan ile evini ve işini paylaşmaktı ensar olmak. Dünyevi tutkuların aşıldığı, paylaşmanın, kardeşlik duygusunun yuvalandığı temiz gönüllere sahip olmaktı ensar olmak. İşte İslâm Devleti böylesi bir أنصار الله olmanın temeli üzerinde kuruldu. Güzide İslam toplumu böylesi bir ensar olma anlayışının üzerine inşa edildi. İşte أنصار الله olma karşılığında, “nasrullah”/Allah’ın yardımı ardı ardına geldi. Zafer üstüne zafer ile ufuklara doğru yollar alındı. O halde saadet asrından bu asra ensar olma bilincini taşımalıyız. Hayatımızı çepeçevre saran kara bulutlardan aydınlığa yol tutabilmek için yeniden “أنصار الله” bilincine sahip olmak zorundayız. Çünkü bizler "ensarsız" bir dünyanın garipliğini yaşıyoruz. Çileli ümmet ve çaresiz beşeriyet, ensarını hasretle bekliyor. Akidesinden aldığı güçle Akabe'sinde Medine'sini projelendirecek ensar. Sa'd bin Rebî'nin mantığını ve ufkunu yakalamaya namzet ensarını bekliyor dünya. Öyle bir أنصار الله olalım ki ciğerleri su dolu cesetleri kıyılara vuran, ciğerleri toz dolu enkazların altında kalan ciğerparelerin olmayacağı aydınlık bir dünya oluşsun. Öyle bir ensar olalım ki yeniden Hamramevt ile San’a arasındaki yol emniyete kavuşsun. Ensarını bekliyor nasırlı eller, çadırlarda üşüyen bedenler, çamurlara bulanmış ıslak gözlü yurtsuzlar. Ensarını bekliyor yoksulluktan bitap düşmüş, faturasına bakakalan, bedenlerini yakan biçareler. Ensarını bekliyor vücudun yüksek ateşiyle kışın şiddetine direnen yakıtsız ve yardımsız nesiller. İki ateş arasında seslerini ancak Rablerine duyurabilen acılılar. Tehcir, tahkir, taciz, talan kapanında kalan kitleler أنصار الله ı bekliyor. Ey zamanı ahır döneminde gözünü dünyaya açan Müslümanlar! Öyle bir ensar olalım ki Allah’ın yardımı ile Dicle kenarındaki kuzuyu düşünen ömerler yetişsin..
Allah’a yardım etmekten maksat, Allah’ın dinine yardım etmektir. Allah’ın dinine yardım edebilmek içinse önce dini tanımak gerekir. “ … Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” Hac 22/40 Din; ibadetler bütünü yahut milletlere ait inançlar, ya da belli bir kutsal kitapla bildirilen mesajlar değildir. Din eskisi ve yenisi, kötüsü ve güzeli olan bir müessese de değildir. Din ve bilim ayrı şeyler değil, dünya ve ahiret farklı iki alem değil, bu din sadece insana ait değildir. Bu din; mahlukatın, tabiatın, kainatın, gelmiş ve geçmişlerin tamamının, tüm yaratılmışların ortak dinidir. İnsanlık dini bugüne kadar hep din içinde tarif ettiğinden gaflettedir. Bu kaçınılmaz olarak tek bir kitap ve peygamberi kabule zorlar, diğerlerini küçümsemeye veya yok saymaya yol açar, vahyedildiği toplumun örflerini ve lisanını kabul şartı gerektirir. Bu ise dinin parçalanması demektir. Allah’ın dini bölmeyin’ emri, İslam’ın veya Kur’an’ın bazı hükümlerini yok saymayın veya aranızda kafir-mümin diye ayrılmayın demekten ziyade, tüm yaşamın, her noktasıyla Din’ olduğu gerçeğinin öğretilmesidir. Buradan hareketle kafir denilenler, İslam dışındakiler değil Allah’a küfür edenler yani inkarcı nankörlerin tamamıdır. Müşrik olanların hangi dinde olurlarsa olsunlar adları aynıdır. Zenciden beyaza, tilkiden ceylana, ağaçtan çimene, Türk’ten Arap’a, havadan yere, atomdan kainata kadar her şey dindir, dinin parçasıdır, din yaşamdır. Bu yüzden inançsız olmak mümkün ama dinsiz olmak mümkün değildir. Hele ki haşa Allah’sız olmak asla! Dinin kazanması, Allah’ın dininin yüceltilmesi; Yüce Allah’ın inanç ve yaşam boyutu için var ettiği ilahi kurgunun fıtrat ve Sünnetullah ilk günkü halinde muhafazasına yardımdır. Tevhidin, tabiatın, insan nefsinin vb. Fıtrat dediğimiz bu ilk oluş, zıtlıklar üzerine kuruludur, hatasızdır, adil, güzel, dengeli, yeterli ve muntazamdır. Zıtlığı, çirkinliği muazzam eserinin dengesi, insanın dehasının ortaya çıkarılması, cenneti hak etmeyenlerin ayıklanması için var eden Allah, güneş ile ay gibi kötülük ve iyiliği birlikte Yaratarak, kulun bir yandan iyiye yönelişini, diğer yandan kötülükle mücadelesini dilemiştir. Dinin tüm kavram ve motifleri işte bu fıtri tevhidin, yaratılış manzumesinin, kısaca cennetvari yaşamın devamı ve egemenliğine dairdir. Orman yangınını söndürmek de, kediye su vermek de, yetimin başını okşamak da, şerre kılıç sallamak da, ilim ve fayda üretmek de, namaz kılmak da, çalışmak da … dine yardım etmektir. Yüce Allah bu vebal ve misyonu iki başlıkta toplamıştır; kulluk ve ibadet. Yaratılışın, sınavın asli gayesi de bunları test etmektir. Bu ikisi dinin de tüm özetidir. Bunları layıkıyla şirksiz, has niyetle ve sadece Allah’a mahsus kılarak eda edenler için korku olmayacak, bunlarda zaaf gösterenler hesaba çekilecektir. Kulluk tüm beşeri ve akli yaşananlar, ibadet tüm kalbi niyet, arzu ve yakarışlar olduğu için de Allah’ın dini yaşamın her saniyesinde, hem Öz’de hem dışta, hem sevgide hem acizliği bilmektedir. Bu dine yardım ise kısaca adam gibi kul olabilmekle mümkündür. Dinsiz kalmak bu nedenle mümkün değildir. Ama tevhidden yana olmayan dinler, maalesef küfür dinine tabidir. Allah’ın dinine yardım etmek demek, Hz. Peygamber asm’e, -onunla birlikte Allah’ın sözünü yüceltmek için- yardım etmek demektir. Taberi, ilgili ayetin tefsiri “Allah’a yardım etmek” konusu üç şekilde anlaşılabilir Allah’ın dinine ve onun ortaya koyduğu hak yoluna yardım etmek, Allah’a iman eden, ona taraftar olan ve onun adına hareket eden müminlere yardım etmek, Allah’a dinine yardım etmek, onun var olmasından hoşnut olduğu matlubunun tahakkuk etmesine yardımcı olmaktır. Çünkü bu ayette yer alan “yardım” kavramı, savaş sırasında karşı karşıya gelmiş iki taraftan birinin istediğinin hâkim olmasına katkı sağlamaktır. İslam cihadında, bir taraftan “kâfirlerin müminlere galip gelmelerini, küfrün hâkim olmasını arzu eden” şeytanın isteği vardır. Bir taraftan da müminlerine kâfirlere galip gelmesini, imanın hâkim olmasını isteyen Allah’ın isteği vardır. İşte kim Allah’ın bu isteğinin tahakkuku için çaba gösterir, yardım ederse, o Allah’a yardım etmiş sayılır. Razi, ilgili ayetin tefsiri Allah’ın insandan beklentisi, insanın Allah’a çalışmasından da önce insanın kendisine ve topluma çalışmasıdır, Allah’ın mutluluğu için değil, kendi mutluluğu için koşmasıdır. “Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara zerre kadar zulmedici değildir.” Fussilet 41/46 Zira Allah’ın insana ihtiyacı yoktur, insanın Allah’a ihtiyacı vardır. “Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla lâyık olandır.” Fatır 35/15 Yüce Allah elbette yardıma muhtaç değildir, dilediğini, dediğini yapacaktır. Yardıma muhtaç olan insandır. Lakin Allah kulları kendisine yardım ederek imanlarını ispat etsin ister. Allah Kur’an ile defedilmeyen melanetlerin kılıçla, karanlık cehaletlerin ilimle, hoyrat kalplerin sanatla yumuşatılmasını diler. Bunu da kulları zorlama olmadan rızalarıyla, kendi rızasını umarak yapsınlar ister. “Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, zillet ve acizliğin gerektirdiği bir yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur” de ve O’nu tekbir ile yücelt. İsra 17/111 Yüce Allah, Yaratışın tek sahibidir, yardımcısı, ortağı yoktur. Melekut aleminden bazı illeri yürüten kulları olsa da ilim, kudret ve hüküm sadece kendisine aittir. “Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de kendilerinin yaratılışına şahit tuttum. Saptıranları da hiçbir zaman yardımcı edinmiş değilim.” Kehf 18/51 Peygamberlere yardım etmek kulların imanlarının gereği olarak, Peygamberin tebliğ ve davetine yardım etmeleri, cihad ile küfre karşı koymaları, dinin yayılmasına ve yerleşmesine kolaylık tanımaları, Peygamberi davasında yalnız bırakmamaları, O’nu korumaları, küfre ve tuzaklara karşı her daim Peygamberin yanında olmalarıdır. “İsa, onların inkârlarını sezince, “Allah yolunda yardımcılarım kim?” dedi. Havariler, “Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah’a iman ettik. Şahit ol, biz Müslümanlarız” dediler. “Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Artık bizi hakikate şahitlik edenlerle beraber yaz.” Al-i İmran 3/52,53 Peygambere, dine yardım etmek anlaşılır da Allah’a yardım etmek nedir? Bunu anlamak için referans elbette Kur’an olacaktır ve Kur’an öncelikle o Peygambere itikad ve itimadı emreder. Peygamberler bu yüzden temiz ve güvenilir kimselerdir. Bu inancın ileri ki merhalesi zaten bildirilenlere imandır ki iman edilmeden ayetler kalplerde arzu edilen ağırlığa hiçbir zaman erişemez. İman edildikten sonra vahyedilenleri kabullenmek, anlamak ve hayata yansıtmak, dinin ibadete, salih amele, cihada, infaka, söze, davranışa ait emrettiklerini yaşayarak göstermek ve ayetlerle bildirilen doğru yaşam formuna geçmek Allah’a yardımdır. Allah’a yardım aynı zamanda yaratılış gaye ve muradında bahsolunanlara, Allah’ın vaadinde yer bulanlara, misakta verilen sözde yer alanlara sadık kalmak, sabır ve şükürle Sırat-ı Müstakim üzere kalmaktır. “ … Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder…” Hac 22/40 “Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Nasıl ki Meryem oğlu İsa da havarilere, “Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler de, “Biz Allah’ın yardımcılarıyız” demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir kesim inanmış, bir kesim de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.” Saff 61/14 Allah’a yardım bahsinin en açık manalarından birisi olan cihad, hem küfrün ortadan kaldırılması ve zulmün bitirilmesi, dinin yeryüzüne egemen olması ve mazlumların kan ve göz yaşlarının sonlanması için şart olan en büyük yardımdır. Şartları oluştuğunda yapılacak cihad kulun imanla en ciddi sınavıdır çünkü en temel varlığımız can ortaya konmaktadır. Dolayısıyla mükafatı da inşallah yüksek olacaktır. Şartları oluşmayan cihad ise ganimet hırsıyla vs. yapılırsa başlı başına zulüm ve cinayettir. “Yeminlerini bozan, peygamberi yurdundan çıkarmaya kalkışan ve üstelik size tecavüzü ilk defa kendileri başlatan bir kavimle savaşmaz mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Oysa Allah, -eğer siz gerçek mü’minler iseniz- kendisinden korkmanıza daha lâyıktır. Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin, mü’min topluluğun gönüllerini ferahlatsın ve onların kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah, dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Tevbe 9/13-15 Herkes bir şekilde Allah yolunda yürür. Kimi ozandır, kimi yazar, kimi doktor veya mücahit. Mesele ne olduğumuz değil, o meslek veya kabiliyetle ne tür bir yardım ve güzellik üretebildiğimizdir. İnsanların sınavı nasıl aynı değilse, Allah’a yapacakları yardım da aynı değildir. Bu nedenle önemli olan yardımın az yada çok olması değil niyet ve gayretidir. Kalem veya neşter tutan elle, silah tutan elin cihad anlamında sevabı farklı olsa da gayesi itibarıyla tümünün de Allah rızasına mazhar olacağı açıktır. Çünkü cihad ve Allah’a yürümek topyekun bir tevhid isyanıdır. Allah insanı her yaşta ayrı dener. Bu yüzden insan önce emekler, sonra dikilir ve sonra yine iki büklüm hale gelir. Duygular ve inançlarda da aynı eğri vardır. Yani Allah’a yapacağımız yardım tıpkı ibadet faslı gibi inançla, bedenle, malla olabilir. Zaten sınav, bu yardımlar için o yaşlarda bahşedilen kabiliyetleri kullanıp kullanmamak sınavıdır. Allah’a yardım ve İslam’ı yaymak adına, niteliksiz nüfus artışı Tekasur ise Allah emri değil, ziyandır. Çünkü İslam’a bilimsel anlamda katkı sağlamaktan uzak, İslam’ı daha aç ve sefil göstermeye yarayacak bu tablo tevhidin egemenliğine de engeldir. İsra 31’nci ayetle bahsedilen doğum kontrolünün yasaklığı değil, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi yasağıdır. Bu sebeple tevhidin ahir zaman erleri terbiye ve haya ile eğitilmiş, ilim ve irfanla donatılmış neferler olmalıdır, kara cahil, şiddet yanlısı sefiller değil. Bu cihetle doğum kontrolü caiz, kürtaj yanlıştır. İnsanlara faydalı olmayı Kur’an üç görünümde arz eder; Başkalarını da düşünmek infak yani yardım, önce başkalarını düşünmek isar ve yalnız başkalarını düşünmek Muhammedi şefkat. Buna göre insanın Allah’a yardımı da insana fedakarca yardım şeklinde ortaya çıkar. Bu yardımın merhamet dairesinde olacağı ise kesindir. Ekmek ve et için dökülen göz yaşıyla, şefkat ve merhametten kaynaklanan göz yaşını ayırmak gönül ulularının işlidir. Merhamet, içiçe daireler şeklinde, mümin kardeşlerinden başlayarak, tüm kitap ehline, bütün insanlara, bütün hayvanlara ve nihayet bütün varlıklara tabiat, bitkiler vb. uzanmalıdır. Allah’ın vaadine yardımın en büyük liderleri elbette Peygamberlerdir. Çünkü tamamı tevhidi, imanı tanıtmış, ilahi kelamın sesi olmuş, görevlendirildikleri toplum ve coğrafyaya değişmeyecek akıbeti anlatmış, anlatmakla kalmamış yaşayarak göstermişlerdir. Son Peygamber Hz. Muhammed sav ise son ve kesin ültimatoma aracı olarak, vaadin gerçekleşmesi yolunda cihadı ilk kez icra eden, tüm dinlerin tebliğini bir araya toplayıp son halini veren Kur’an’ı, tüm insanlığa tebliğ eden, berzah ötesine dair detaylı izahatta bulunan vahyi tebliğ ve davet eden, vahye uygun yaşayandır. Peygamberler Allah’a bu şekilde yardıma çalışırken, madalyonun aksi yönünde ise Yüce Allah’ın tüm insanlığa rahmeti, Peygamber dahil toplumların ayetlerle hakikate yönlendirilmesi vardır ki bu Allah’ın karşılıksız yardımıdır. Yani Allah’a yardım evvela doğrunun tevhidin öğrenilmesi, anlatılması, sonra kalbe yerleştirilip muhafaza ve müdafaa edilmesi demektir. Hz. Peygamberin tüm risalet dönemi, Allah’ın vaadine yardımın en canlı örneğidir. Sünnetiyle din ve dünya işlerini tek doğruya yönlendiren, yaşayarak gösteren, cesaret ve fedakarlıkla önder olabilen Peygamber, şirkin ve cehaletin asırlar süren saltanatına son verirken, iman ve İslam’ı da coğrafyalara yayabilmiştir. Bu arada gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin şefkat ve yakarış dolu gayretlerini yardımsız bırakmayan Yüce Allah’ın kendi vaadinin gerçekleşmesine dair kendi müdahalelerini de unutmamak gerekir ki Nuh tufanı dahil tüm helakler, tüm ilahi vahiyler bu kapsamdadır. Hz. Süleyman dönemi ise ayrı bir önem arz eder ki burada küfür cephesi insan şeytanlarına ilaveten bir de cin şeytanlarından teşkildir. Lakin ilahi hikmet bu güçlüğü de yenmiş ve muhteşem bir krallık tesis ettirerek ve tüm küfür cephesini tek bir hüküm altında toplayarak ahdin değişmezliğini göstermiştir. Bu dönem tüm İslam tutkunlarınca gerçekten çok iyi okunması gereken bir dönemdir. İblisin Ahdi eserimizde genişçe izah bulan bu konu, hem şeytan cephesinin amansız mücadelesine kaynak teşkil etmesiyle, hem de tevhidin gücünü göstermesiyle muazzam bir kıssadır. Yüce Allah kendi vaadinin en kudretli ve aslen tek savunucusudur. Melekler, Peygamberler ve müminlerse yardımcılarıdır. Tabiat kuvvetlerini de unutmamak lazım gelir. Tesis edilecek düzen dünyaya ait olduğu ve dünya yaşamı ahiretin tarlası olduğu için de tüm mücadele bu yaşamda, bu gezegendedir. Nuh tufanı ve daha bilmediğimiz pek çok helak, afet, bela Pompei vb. Yüce Allah’ın kendi iradesiyle hayat bulan düzenlemeler iken, peygamberlerin davet ve nasihatlarına ilaveten, müminlerce Bedir, Uhud gibi cihadlarda sergilenen yardım, gerçekleşecek vaade inanan insanlarca yapılan destekten ibarettir. İslam’a kadar Yüce Allah, insanlardan ziyade kendi ordularını Cundullah devreye sokmuş ve ilahi tanzimini onlar eliyle gerçekleştirmişken, İslam ile birlikte bu görev cihad emriyle müminlere verilmiştir. Demek ki Kur’an’ın tamamlanmasından sonra artık Allah’In vaadine yardım Allah’ın ordularının müdahalesi saklı kalmak kaydıyla tevhid erlerinin görevidir. Bu erler zulme isyan edecek ve Allah yolunda canını ortaya koyacak, Allah’ın saklı/mistik/ilahi orduları sonra devreye girecektir. Peygamberlerin akıbeti cennetlerdir. Cundullah’ın depremler, kuşlar, taşlar vs. hesabı yoktur. İnsanın ise sınavı söz konusudur, hesap ve mizanı aslen bu vaadin gerçekleşmesine sağladığı veya sağlamadığı katkı ile görülecektir. Zaten dikkat edilirse Kur’an’ın tüm emir ve yasakları vaade yöneliktir, iblisin ahdine kanmamayı öğretir, insanı misakına sadık kalmaya davet eder. Yani din inanmak, kanmamak ve sadık olmak şeklinde parçalanmaz bir bütündür. Dinin bölünmemesi ile kast edilen de aslen budur. Yani din dediğimiz şey yaşamın ta kendisidir ve yaşam sonu belli gidişatın kurallarına uygun yaşamak demektir. Değişmez sona isyan ve inkar ise şirktir, şirk afsızlığa bu yüzden mahkumdur. Çünkü isyan sadece akıbete değil o akıbeti bildiren Allah’a isyanı da içerir. Allah’ın vaadinin gerçekleşeceğine dair hala şüphe ve tereddüt varsa, Nuh tufanı ve helakler, Peygamber savaşları, semavi tüm kitaplar ve bilhassa Kur’an ayetleri çok dikkatli okunmalı, Fil ve Nasr suresi iyi anlaşılmalı, Allah’ın zalimlere süre ve imkan tanıdığı tıpkı iblise verilen süre ve ruhsat gibi unutulmamalıdır. Pompei’lerin neden yaşandığı, depremlerin önceden kestirilemeyişi, bilim adamlarına ilham ile gelen ilmin nereden vahyolunduğu anlaşılmadan bu şüpheler ortadan kolay kalkmayacaktır. Oysa insan daha dünyaya gelmeden hakikati görmüş, gaybla tanışmış ve gördüğü o hakikate sadık kalacağına yemin misak vermiştir. Demek ki gayb hakikattir, dönüş o gayba olacaktır. Demek ki iblisin gayreti bu sözü unutturmaktır. Demek ki insan sözün gereğini yapmaya mecburdur. Lakin yine hatırlamakta şiddetle fayda vardır ki İblis dahi Allah’ı, diriliş ve hesabı inkar ediyor değildir, kıyameti ve kazanamayacağını bilmektedir. Olan şey zalim insanın iblisin soyundan aldığı şer ilhamla ! en çok da din içindekileri ve bilim adamlarını kullanarak kaderi değiştirme gayretidir. İblis de bu beyhude çabayı desteklemekle yetinendir. Düzelmek ve kadere uygun yaşamak yerine oyunun kuralını değiştirmeye çalışmanın nafileliği ise ortadadır. En parlak din adamlarımızın bile bu noktada kaderi ve kadere imanı esas almayışı anlaşılır değildir. Keza aynı din sözcüleri israiliyat ve Yahudi mezalimini es geçmekle şirkin tanınmasına da engel olmaya devam etmektedir. Aklı ve sorguyu dine reform adıyla diretenler nedeniyledir ki bilim ve akılla ispat bir içtihat sebebi olmuş, vahyin kabullenişi ispata dayandırılmıştır. Bu insanın zulmü, getirildiği inkar noktasıdır. Bu nedenle Allah kendisine yardım edene yardım eder’ ayeti ile bildirildiği şekilde, Allah’tan bu dünyada ve ahirette göreceğimiz karşılık ve yardım, Allah’a bu dünyada yaptığımız yardım kadardır. Başka bir deyişle, Yüce Allah’ın bize vereceği değer ve kıymet bizim O’na verdiğimiz kadar takvamız kadardır. Yüce Allah gerek kendisi ve gerekse orduları ile vaadini gerçekleştirmeye elbette muktedirdir ve insan buna yeltenmez ise kendisi gerçekleştirecektir ama O ister ki sevdiği ve güvendiği insan sırf kendisi emrettiği için ve kendisine duyulan itimat ve itikad ile davasına yardım etsin. Bu yolda en mühim ibarelerden birisi de şudur; Allah kimseye taşıyamayacağı yükü yüklemez. Yani herkesin yapacağı yardım imkanı nispetindedir, herkesin sınavı gücü oranındadır. Ancak bu aynı zamanda demektir ki sahip olunan tüm kabiliyet, mal, ilim, imkan ve servetin zekatı ve vebali vardır. İnsanlığa faydalı olan her şey, ihtiyaç fazlası olan her şey dağıtılmak, paylaşılmak, hayata yansıtılmak, zulme karşı silah yapılmak içindir ki infak, alimler ve ilim, hoşgörü ve sevgi, kardeşlik ve paylaşım bu nedenle övülür. Tevhidin yeryüzüne egemen olmasında bizlere düşen görevler ise bilmek ve inanmaktan ötedir. Allah’ın yeryüzü orduları olmaya devam etmek, dini Kur’an’a yaslı, anlayarak doğru öğrenmek ve yaşamak, dinin ve imanın ana esaslarını tavizsiz icra etmek, laikliği muhafaza ve müdafaa etmek, insan haklarına maruf riayet, iman kardeşliğini tesis, Z kuşağını milli ve dini değerlerle ıslah ve terbiye ve eğitmek/öğretmek, fayda, ilim ve değer üretmek, milli ve yerli olana rağbet, israf ve lüksü terk, bölünmüşlüğe son, yapay terör ve Kürt meselelerine inanmamak, kudret ve hücceti yüceltmek, hüccetle yaşamak, akıl ve bilime hicret, Kur’an ile yeniden yapılanmak, örnek olmak, nasihat etmek, aydın ve inançlı nesiller yetiştirmek, Türklükle övünmek ama çalışmaya ara vermemek, tarih ve kültürden güç almak, kaderin Türk’e verdiği mesuliyeti idrak etmek, Anadolu’nun kaderimiz olduğunu unutmamak, mazlumların yanında olmak, zulümle savaş, cihad etmek gibi onlarca vazife bizleri beklemektedir. Bu kutsal davalar için dökülecek ter, göz yaşı ve kan ise ahiret akıbetimizi belirleyecektir. Son söz olarak da denmelidir ki insana düşen Allah’ın vaadine uygun olarak tüm gücüyle, imkanı nispetinde yardımdır ki bu yardım Allah’a, dinine, diğer insanlara, mahlukata ve nihayet tüm yaşamadır.
Günümüz toplumunda çok yaygın bir düşünce hâkimdir. “Din, kişiyle Allah arasındadır” ve “herkes inançlarını dört duvar arasında yaşamalıdır”. İnançların dışa dönük yaşanması ve yaygınlaştırılmaya çalışılması gereksiz, gösteriş amaçlı bir eylem olarak görülür ve bir kısım insan tarafından kınanır. Elbette çıkar ve gösteriş amacıyla dini konuları istismar eden insanlar her toplumda mevcuttur. Ancak hiçbir çıkar gözetmeksizin yalnızca Allah’ın sevgi ve rızasını kazanmak amacıyla O’nun dinine yardım eden samimi kişileri ayırt edebilmek gerekir. Allah yolunda samimi mücadele eden kişiler, gerekirse canlarını ve mallarını hiç düşünmeden bu uğurda harcarlar. Ayetlere tam iman ettikleri için, İslam’a ve Müslümanlara yardım ederek mallarının veya canlarının eksilmesinden korkmazlar. Çünkü Allah ayetlerinde, dinine yardım edene yardım edeceğini ve ayaklarını sağlamlaştıracağını vaat eder. Ey iman edenler, eğer siz Allah’a Allah adına İslama ve Müslümanlara yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır. Muhammed Suresi, 7 Bir Müslüman’ın en önemli görevlerinden biri, çevresindeki insanlara Kuran ahlakını anlatmak ve onları Allah’a iman etmeye teşvik etmektir. Kuran’da Müslümanların insanları uyarmalarıyla ilgili çok açık ve kesin hükümler vardır. Bunlardan bir tanesi Müddesir Suresi’nin 1. ve 2. ayetlerinde bildirilmiştir "Ey bürünüp örtünen, kalk ve bundan böyle uyar." Müddessir Suresi, 1-2 Allah Şuara Suresi’nin 214. ayetinde “Öncelikle En yakın hısımlarını aşiretini uyar.” buyurmuştur. Bir başka ayette ise yarattığı tüm nimetleri durmaksızın anlatmamızı emretmiştir. “Rabbinin nimetini durmaksızın anlat.” Duha Suresi, 11 Samimi bir Müslüman, Kuran’da Rabbinin emrettiği tüm ayetleri titizlikle yerine getirmeye gücü yettiğince gayret eder. Sadece namaz kılıp oruç tutarak, yaptığı kadarını yeterli bulup tebliğ ayetlerinden kendini müstağni görmez. Rabbinin nimetini anlatacak fırsatı olup da insanların tepkilerinden çekinerek bu ibadeti yerine getirmeyen kişi, eline geçen ecir fırsatını kaçırmış olur. Oysa Allah insanların değil, yalnızca Kendi rızasının gözetilmesini emreder. İslam dininin yaygınlaşması için çaba sarf etmeyen insanlarla, hayatlarını Allah yoluna adayan, 24 saatlerini bu uğurda kullanan insanlar elbette Allah katında eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihat edenleri oturanlara göre üstün kılmıştır. Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği cenneti va’detmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır. Nisa Suresi, 95 Müslüman’ın en birinci mesleği mümin olmaktır. Mümin olmanın tüm gereklerini yerine getirirken, aynı zamanda çevrelerindeki kişileri de teşvik etmekle sorumludurlar. Kuran’da, inananların tüm hayatlarını tebliğ, yani dinlerini anlatmak üzerine bina etmeleri gerektiği bildirilir. İman edenler işlerini, yerleşim yerlerini, yaşam biçimlerini bu sorumluluklarına göre düzenlerler. Bir Müslüman için, Allah’ın varlığı ve gücünün tüm insanlar tarafından bilinmesi, insanların sonsuz cehennemden haberdar edilerek dünyadaki amellerinden sorguya çekileceklerinin hatırlatılması, kendi eğlencesi ve rahatından çok daha önemlidir. İyi insan olmanın yeterli olduğunu düşünen pek çok insanın gaflet uykusundan uyanması ve din ahlakını yaşamadıkları takdirde nasıl bir sonun kendilerini beklediğini öğrenmeleri konusunda ellerinden gelen çabayı gösterirler. Allah’ın müminlere olan bu emri bir ayette şöyle ifade edilmiştir "İşin hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar." Meryem Suresi, 39 Müslümanlar çok önemli olan tebliğ ibadetini yerine getirirken yine ayetler ışığında hareket ederek yumuşak ve güzel sözle insanları İslam’a davet ederler. Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi... Ali İmran Suresi, 159 Asla “Dinde zorlama ve baskı yoktur…” Bakara Suresi, 256 Unutmamak gerekir ki tebliğ yapılan kişi, şayet kaderinde iman etmek varsa Allah’ın izni ve dilemesi ile imanı tercih eder. İnsanlar iman etmiyor diye üzüntü duymak mümine yakışan bir tavır olmaz. Allah merhamet edenlerin en merhametlisidir. Bir ayetinde Rabbimiz, peygamber efendimiz sav’i bu konuda şöyle uyarmıştır Şimdi onlar bu söze Kur’an’a inanmayacak olurlarsa Sen, onların peşi sıra esef ederek kendini kahredeceksin öyle mi? Kehf Suresi, 6 Müslümanlar, hiçbir konuda kendilerini yeterli görmeden, bir saat sonra ölecekmiş gibi ahiretleri için var güçleriyle çalışmalı ve bunu kendilerine görev edinmelidirler. Amaca giden araçlara dua mahiyetinde sarılarak, Allah’a kul olmanın bütün gereklerini eksiksiz yerine getirip, ahirette Rablerinin yüzünü ve hoşnutluğunu kazanmak için yaşamlarını, ölümlerini, kısacası her şeylerini Allah’a adayarak yaşamalıdırlar. De ki "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır." En’** Suresi, 162 Alıntı...
Allah’a iman edince, yaratılışımızın gayesinin Allah’a kulluk olduğunu öğrendik.[1] İman iddiamızda ne kadar samimi olduğumuzun ispat gerektiğini,[2] bizden öncekilerin sınandıkları gibi sınanmadan bırakılmayacağımızı, onların başına gelen musibetlere benzer musibetler ile karşılaşıp sabır ile Allah’a tevekkül edip O’na sığınmadan cennete giremeyeceğimizi[3] öğrendik kutlu Nebi’den. Sınayan, bütün eksikliklerden münezzeh, her şeye kadir olan Rabbimiz; sınanan biz aciz, sınırlı kullarız. Aciz olan biz insanlar her zaman için yardıma muhtacız. Bizler aramızda imkânlarımız ölçüsünde yardımlaşmak ile mükellef olmakla birlikte hepimiz Subhan olan Allah’ın yardımına muhtacız. O yardım etmezse bize yardım edecek kimse olamaz. Çünkü O’nun yardımı mutlaktır. Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır; إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ “Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.”[4] Ancak Rabbimizin bize yardımı şarta bağlıdır. Çünkü Rabbimiz başka bir ayette şöyle buyurmaktadır يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ “Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a Allah'ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz/sizi sabit kılar.”[5] Allah’a yardım, Allah’ın dininin yerleşmesine, güçlenmesine yardım demektir. Allah’ın dinini dava olarak bilip taşımaktır. Ki yeryüzünde fitne kalmayıp kulluk sadece Allah’a oluncaya; yeryüzünün tamamında İslam’ın hakimiyeti sağlanıncaya kadar çalışmaktır. Allah’a yardım etmek, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yeryüzünü adalet ile doldurmaktır. Böylesi bir uğraş içinde olana, Allah yardım edeceğini bildirmektedir. Allah’ın yardımı, bilinen sıkıntıların giderilmesi şeklinde olabileceği gibi kişinin ayaklarını hidayet üzerinde sabit kılmasıdır. Allah’ın yardımının kessin olacağına dair şu ayette daha net bir şekilde ifade edilmiştir. ... وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ “…Allah, kendisine kendi dinine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.”[6] Muhakkak güçlü ve galip olan Allah mutlak anlamda yardım edebilir. Ancak O’nun yardımı ile üstün gelinebilir. Allah’a yardım etmek, Allah’ın iman edenlerden kesin talebidir ayrıca. Çünkü Rabbimiz şöyle buyurmaktadır. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا كُونوا أَنصَارَ اللَّهِ كَمَا قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيِّينَ مَنْ أَنصَارِي إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنصَارُ اللَّهِ فَآَمَنَت طَّائِفَةٌ مِّن بَنِي إِسْرَائِيلَ وَكَفَرَت طَّائِفَةٌ فَأَيَّدْنَا الَّذِينَ آَمَنُوا عَلَى عَدُوِّهِمْ فَأَصْبَحُوا ظَاهِرِينَ “Ey iman edenler; siz Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa, havarilere Allah'a giden yolda benim yardımcılarım kimlerdir? deyince, havariler demişlerdi ki Biziz, Allah'ın yardımcıları. İsrailoğullarının bir takımı böylece inanmış, bir takımı da küfretmişti. Nihayet Biz, o iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik de böylece üstün geldiler.”[7] Bu ayetlerden açıkça görülmektedir ki yardım olunmak istiyorsak yardım etmek zorundayız. Üstün olmak istiyorsak “ensarullah” olmak yani Allah’ın dinine yardım etmek, Allah’ın dinini dava edinip taşımak, İslam ümmetinin kurtuluşu için çalışmak zorundayız. Hidayet üzere bir hayat sürmek ve hidayet üzere ölmek istiyorsak ensarullah olmak zorundayız. İmtihanımızı alnımızın akı ile geçmek istiyorsak, düşmanlarımıza galip gelmek istiyorsak, ensarullah olmak zorundayız. Rabbimizin bize güç ve takat vermesini, sabrımızı artırmasını ve böylece insanlara şahitlik yapmak istiyorsak ensarullah olmalıyız. Tek tek, fert fert değil; birlikte, kitle olarak, “ben” değil “biz” ensarullah olmalıyız. Hangi zaman diliminde ve hangi konumda olursak olalım, şartlarımız ne olursa olsun; “Biziz ensarullah” diyebilmeliyiz. Çağın ve hayatın gürültüsü içinde, “kim ensar olacak?” çağrısını duyabilmeli ve duyurabilmeliyiz. Peki, nasıl ensar olunur? Herkes inkâr ederken İsa Aleyhi’s-Selam’ın nidasına karşılık vererek “bizler ensarullahız ve şahit ol ki bizler Müslümanlarız” diye haykıran havariler gibi ensar olunur.[8] Ulaşması gereken yere varması için vahyin nuru, yüklendiği ağır yükün altında kalınca dost, Ebu Bekir gibi sadık ve ensar olunur. Altında kalınması gerekiyorsa taşların, Bilal gibi ensar olunur. Elleri boynuna bağlanması gerekiyorsa Talha gibi, hapis olunması gerekiyorsa Ammar gibi, Saad bin Ebi Vakkas gibi ensar olunur. Susayınca kana kara topraklar Sümeyye gibi ensar olunur. Taşınması gerekiyorsa davanın Yesrib’e, Musab bin Ümeyr gibi ensar olunur. Kavminin çoğunluğu kendisini inkâr ederken, kutlu elçi Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile gecenin karanlığında akabede sözleşen yiğitler gibi ensar olunur. Yeryüzünün kandilleri, karanlık ile kavgalı, aydınlık müjdecileri, zulmün ve zulmetin düşmanı, direniş ve diriliş erleri, bir avuç Evs ve Hazreçli yiğit gibi Ensar olunur. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den gelen en ağır şartları, tevekkülle karşılayan “... Bütün bunları dillerimizle, gönüllerimizle, güçlerimizle, getirdiğine iman ederek, kalplerimize yerleşen bilgiyi tasdik ederek 'evet' dedik. Hepsi için sana biat ediyoruz. Rabbimiz ve sana biat ediyoruz. Allah'ın kudreti hepimizin kudretinin üzerindedir. Kanlarımız senin kanını, vücudumuz senin vücudunu koruma yolunda feda olsun. Öz canlarımızı, çocuklarımızı ve kadınlarımızı koruduğumuzdan daha fazla seni koruyacağız. Bunları ancak Allah için yapacağız. Ey Allah'ın Rasulü, sözümüz sözdür...” diyen Yesrib'lileri temsilen Esad bin Zürare gibi ensar olunur. Bu öyle bir ensarlıktı ki yeryüzü böyle bir “ensarullah” örneğine belki de ilk defa şahitlik edecekti. Karşılığı cennet olan alış-verişte ahde vefa bozulmadı. Biatin bedelini ödemekten kaçınılmadı. Bedir Savaşı öncesi değerlendirmede Ensar’ın görüşü şu ifadelerle tarihe geçiyordu “Ya Rasulullah! Eğer savaşmamızı istersen biz sana İsrailoğulları’nın Musa Aleyhi’s-Selam'a dedikleri gibi 'Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturacağız' demeyiz. Bizi Berku'l-Ğamad'a sevk etmiş olsan bile senin peşinden gideriz. Bize, denize dalmamızı emretmiş olsan, tereddütsüz dalarız...” Allah’a teslimiyetin zirvesinde, O’na ensar olmanın ifadeleri idi bu sözler.[9] Muhacir olan ile evini ve işini paylaşmaktı ve hatta kendisinin evlenmesi için ikinci eşini boşamak istemekti ensar olmak. Dünyevi tutkuların aşıldığı, paylaşmanın, kardeşlik duygusunun yuvalandığı temiz gönüllere sahip olmaktı ensar olmak. İşte İslâm Devleti böylesi bir ensarullah olmanın temeli üzerinde kuruldu. Güzide İslam toplumu böylesi bir ensar olma anlayışının üzerine inşa edildi. İşte ensarullah olma karşılığında, “nasrullah”/Allah’ın yardımı ardı ardına geldi. Zafer üstüne zafer ile ufuklara doğru yollar alındı. O halde saadet asrından bu asra ensar olma bilincini taşımalıyız. Hayatımızı çepeçevre saran kara bulutlardan aydınlığa yol tutabilmek için yeniden “ensarullah” bilincine sahip olmak zorundayız. Çünkü bizler "ensarsız" bir dünyanın garipliğini yaşıyoruz. Çileli ümmet ve çaresiz beşeriyet, ensarını hasretle bekliyor. Akidesinden aldığı güçle Akabe'sinde Medine'sini projelendirecek ensar. Sa'd bin Rebî'nin mantığını ve ufkunu yakalamaya namzet ensarını bekliyor dünya. Öyle bir ensarullah olalım ki ciğerleri su dolu cesetleri kıyılara vuran, ciğerleri toz dolu enkazların altında kalan ciğerparelerin olmayacağı aydınlık bir dünya oluşsun. Öyle bir ensar olalım ki yeniden Hamramevt ile San’a arasındaki yol emniyete kavuşsun. Ensarını bekliyor nasırlı eller, çadırlarda üşüyen bedenler, çamurlara bulanmış ıslak gözlü yurtsuzlar. Ensarını bekliyor yoksulluktan bitap düşmüş, faturasına bakakalan, bedenlerini yakan biçareler. Ensarını bekliyor vücudun yüksek ateşiyle kışın şiddetine direnen yakıtsız ve yardımsız nesiller. İki ateş arasında seslerini ancak Rablerine duyurabilen acılılar. Tehcir, tahkir, taciz, talan kapanında kalan kitleler ensarullahı bekliyor. Ey küfrün hâkimiyeti döneminde gözünü dünyaya açan Müslümanlar! Öyle bir ensar olalım ki Allah’ın yardımı ile Dicle kenarındaki kuzuyu düşünen liderler çıksın. Şunu yine hatırlatalım ki Allah’ın yardımını bekleyenler, Allah’ın dinine yardım etmelidir! [1] Zariyat 56 [2] Ankebut 3 [3] Bakara 214 [4] Âli İmran 160 [5] Muhammed 7 [9] Ahmed bin Hanbel, Müsned
allah ın dinine nasıl yardım edilir